22 Ağustos 2014 Cuma

Yalnızlık Madalyonu ve İki Yüzü

Kimi yalnızlıklar gece gibi iner ömürlere. Karartır gündüzü ve mutsuzluk saçar her kuytuya. Alışılmadık olduğu için üşütür, hayattan soğutur. Böyle bir hayatın hayat olmadığını düşündürür. Bir zaman sonra öyle çekilmez bir hal alır ki gördüğünüz her titrek ışığa güneş muamelesi yaptıracak kadar çaresiz bırakır. Soğursunuz... Giderek soğursunuz hayattan. 

Kimi yalnızlıklarsa doğuştandır. Ne garip gelir insana, ne onu çaresiz bırakır. Normaldir kimileri için yalnızlık, fıtratında vardır. Gözün karanlığa alışması gibi, insan da geceye alışır. O kadar alışır ki bir ateş böceği bile rahatsız edebilir onu. Kuytularda mutsuzluk yoktur onun için, sadece alışılmışlıklar vardır. Rutinler, monotonlar, renksizler, tatsız-tuzsuzlar... Hayatı bunlar üzerine kurulu olsa da şikayetçi olmaz bunlardan. Çünkü kendisinin bunlarla var olduğunu sanır, başka türlü bir hayatı düşünemez.

Başka hayatlar görür sonra. Öyle parlaktır ki bu hayatlar, tüm renkler çıplaktır. Kuytular bile renklidir buralarda, her köşe farklıdır birbirinden, her şeyin farklı bir tadı ve kokusu vardır, her şey yeniden hayat bulmuş gibidir. Sanki her şey böyle olmalıymış gibi... Bakar karanlık hayatından bu renkli hayatlara. Gözleri kamaşır, özenir. Issız kuytularda bu renkli hayatların hayalini kurar. Karanlıkla ters düşer ilk defa, yıllardır içinde bulduğu hayatı beğenmemeye başlar. Renksizlikten, monotonluktan, kendiyle baş başa olmaktan nefret etmeye başlar. Sonra mı? Belli.

Sonra ansızın bir kapı açılır karanlığın derinlerinden. Renkli bir hayat, tertemiz avuçların içinde ona sunulur. Bir sunulan hayata bakar, bir de gerisindeki karanlık hayatına. Tereddüt etmeden geçer kapıdan ve renkli hayata ilk adımını atar. Yalnızlıktan uzak, renkli hayat deneyimi başlamıştır artık onun için. 

Her şey rüya gibi gelişir. Bambaşka yerler, bambaşka tatlar, bambaşka deneyimler... Sanki onca yıl yalnızlığı yaşamamış gibi. Alışıverir birden renkliliğe. Artık kendiyle baş başa değildir, kendisinden farklı bir karakteri tanımakla uğraşıyordur. Güzel gülümsemeler görüyor, her gülümsemeyle daha bir renkleniyordur hayatı. Varsayılan hayatı bir anda bu renkli hayat olmuştur. Ne eksik, ne fazla... Sonra mı? Sonrası yine belli. 

Her şey mükemmel giderken, hayat giderek renklenirken birden her rengin kaynağını bulur. Meğer tüm renkler birer ışık oyunuymuş... Işık oyunu kesildiğinde eski karanlık hayatından farkı kalmıyormuş... Bunu öğrendiğinde şok olur ve o karanlık yalnız hayatında hiç tanımadığı bir kavramı tanır:
Sahte!
Evet sahte, her şey sahte! Tüm renkler, farklı tatlar, kokular, gülümsemeler, deneyimler, her şey... Tüm o hayran kaldığı ve bir anda alışıverdiği her şey aslında bir oyundan ibaret. Vaat edilen tüm başka renkler de öyle, yalan... Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur. 

Renkler söner ve bir kapı belirir. Kapıdan geçilir ve eski karanlık hayata geri dönülür. 

Renk yoktur, farklı tatlar, kokular deneyimler yoktur. Ama tüm bu sadeliğe, monotonluğa rağmen her şey gerçektir. Tüm kuytular, renksiz duygular, her şey gerçek... 

İşte yalnızlık; kimi için uyandığı rüyayla birlikte döndüğü ve gerçekliğini kavrayamadığı kürkçü dükkanı, kimi içinse tüm geçici rüyalardan uzak ve tüm yalınlığına rağmen gerçek bir hayat. 

Yalnızlıkta sahteler yoktur. Gerçeklik, en acı halini yalnızlıkla gösterir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder